? Kadim Hikmet Akademisi | Alanlar | Mantık
HESABIM
G?R?? YAP

Ho?geldiniz! Hesab?n?za buradan giri? yapabilirsiniz.



ya da
YENİ HESAP OLUŞTUR

Bilgilerinizi girerek yeni bir hesap edinebilirsiniz.







ESÎRÜDDİN EBHERÎ (ö. 663/1265)



Mantıkçı, Filozof ve Matematikçi



Esîrüddîn el-Mufaddal b. Ömer es-Semerkandî el-Ebherî’nin hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. Aslen Semerkantlı bir aileye mensup olan Ebherî Musul’da doğdu ve ilk tahsilini Musul’da yaptı, daha sonra Horasan ve Bağdat’a giderek öğrenimini tamamladı. O dönemin en ünlü bilginlerinden olan Kemâleddin İbn Yûnus’un (ö. 1242) talebesi, er-Risâletü’ş-Şemsiyye isimli meşhur mantık eserinin müellifi Necmüddin Katibî’nin (ö. 1276) ve Vefeyâtu’l- a‘yân isimli ünlü tabakat eserinin müellifi İbn Hallikân’ın (ö. 1282) hocası oldu. Bir süre Musul sarayında himaye gördü; 1228’de Musul’dan Erbil’e geçerek oraya yerleşti. Ebherî ayrıca Anadolu’ya da seyahatlerde bulunmuş, buradaki Türk beylerinin saraylarında ağırlanmış, ilim ve kültürün gelişmesine ve ilim adamlarına büyük değer veren beylerin teşvik ve destekleriyle felsefe ve müsbet ilimler alanında dersler vermiştir. Ölümüyle ilgili olarak kaynaklarda 661 (1263) ve 663 (1265) gibi farklı tarihler zikredilmektedir.

İslam Felsefesinde Fârâbî (ö. 950) ve İbn Sînâ (ö. 1037) geleneğinin 13. yüzyıldaki en başarılı temsilcilerinden olan Ebherî, özellikle Îsâgûcî ve Hidâyetü’l-hikme adlı eserleriyle İslâm dünyasında pek az bilgine nasip olacak derecede büyük bir üne kavuşmuştur. Bu iki eserin ortak özelliği, asırlarca medreselerde ders kitabı olarak okutulmaları ve üzerlerine birçok şerh ve hâşiyenin yazılmış olmasıdır.

 


NECMÜDDİN KÂTİBÎ (ö. 675/1277)



Mantık Felsefe ve Kelâma Dair Çalışmalarıyla Tanınan Âlim



Ebü’l-Hasen Necmüddîn Debîrân Alî b. Ömer b. Alî el-Kâtibî, Mart 1204’de (h. 600 yılı Receb ayında) Kazvin’de doğdu. Bir süre Kazvin’de öğrenim gördükten sonra ilim tahsili için belli başlı merkezlere seyahat etti. Kelâm, felsefe, astronomi ve mantık gibi ilimleri Nasîrüddîn-i Tûsî’den (ö. 1274) öğrendi. Kazvin ve Nizâmiye medreselerinde müderrislik yaptı, pek çok öğrenci yetiştirdi. İbnü’l-Mutahhar el-Hillî (ö. 1325) ve Kutbüddîn-i Şîrâzî (ö. 1311) bunların en tanınmışlarıdır. Hülâgû’nun emriyle Merâga’ya gitti ve kurulmakta olan rasathâne çalışmalarına katılıp Nasîrüddîn-i Tûsî’ye yardım etti. 675 yılı Ramazan ayında (Şubat 1277) vefat etti. Bazı kaynaklara göre ise ölüm yılı 693’tür (1294).

Kâtibî astronomi, matematik, kelâm ve felsefe alanında ders veren bir müderris olmakla birlikte daha çok er-Risâletü’ş-şemsiyye adlı mantık kitabıyla üne kavuşmuştur. Hikmet’l-‘ayn ismili eseri de tabiat ve hikmet alanında şöhret bulmuş; Ebherî’nin Hidâyetü’l-hikme’si ile birlikte İslam dünyasında şerh ve haşiyelerle çokça takip ve tedris edilen eserlerden biri olmuştur.

İslam dünyasında Şemsiyye hakkında yapılan çalışmalardan en meşhurları, Kutbuddin Râzî (ö. 1365) tarafından yapılan şerh ile bu şerhe Seyyid Şerif Cürcânî (ö. 1423) tarafından yapılan haşiyedir. Ayrıca Sadeddin Teftâzânî’nin (ö. 1389) ve Kadî Mîr Meybûdî’nin (ö. 1504) Şemsiyye şerhleri de meşhurdur. Hikmet’l-‘ayn hakkında yapılan çalışmalardan en meşhurları ise Mirek Mübarekşah el-Buhârî’ye (ö. 1382) ait şerh ile bu şerhe Seyyid Şerif Cürcânî tarafından yapılan haşiyedir. Bunun dışında İbnü’l-Mutahhar el-Hillî ve Muhyiddin et-Tâlişî’nin (ö. 1480) de Hikmet’l-‘ayn’ üzerine şerhleri bulunmaktadır.

 

*Bu iki meşhur şerh-haşiye zincirinden sonra Îsâgûcî şerhleri arasında öne çıkanlar arasında Mısır-Mağrib bölgesinde daha çok rağbet gören Zekeriyya el-Ensârî’nin (ö. 1520) el-Muttalaʿ isimli şerhi, Mahmut b. Hasan el-Mağnisevî’nin (ö. 1807) Muğnit’t-Tullâb, Ömer Feyzi et-Tokadî’nin (ö. 1849) ed-Dürrü’n-Nâcî isimli şerhleri ile İsmail Gelenbevî’nin (ö. 1791) Îsâgûcî şerhi sayılabilir. Hüsâm Kâtî’nin Îsâgûcî şerhi üzerine tespit edilebilen 15 haşiye çalışması; Molla Fenârî’nin Îsâgûcî şerhi üzerine 12 çalışma; Zekeriyya Ensârî’nin Îsâgûcî şerhi üzerine 10, Mağnisevî’nin şerhi üzerine ise 3 müstakil çalışma bulunmaktadır.

*Şemsiyye’nin ilk şerhi İbnü’l-Mutahhar el-Hillî’ye (ö. 1325) aittir. Ancak Kutbuddin Râzî’nin şerhinden sonra tanınmış şerhler arasında Teftâzânî’nin şerhi ile Kadı Mir Meybûdî’nin (ö. 1485) şerhleri zikredilebilir. En meşhur şerhi olan Kutbuddin Râzî’nin Tahrîru’l-Kavâid isimli şerhi üzerine 11 tanesi haşiye 36 tanesi haşiyeye haşiye türünde olmak üzere 47 müstakil çalışma mevcuttur. Bunlardan 21 tanesi Seyyid Şerif haşiyesi üzerine, 14 tanesi ise Mir Zâhid Herevî’nin (ö. 1689) yapmış olduğu haşiye üzerine yapılan çalışmalardır.

*Hint-Pakistan bölgesinde daha çok itibar gören Teftâzânî’nin, Tehzîb’ul-Mantık isimli risalesi üzerine 29 müstakil şerh çalışması mevcuttur. Bunlardan en meşhuru olan Devvânî’nin şerhi üzerine 6’sı haşiye, 20’si bunlara haşiye olmak üzere toplam 26 çalışma yapılmıştır. Bunlardan 14 tanesi Herevî’nin haşiyesi üzerine; 4’ü ise Muhammed b. Emin el-Erdebîlî’nin (ö. 1543) haşiyesi üzerine yapılan çalışmalardır. Devvânî şerhinden sonra Necmeddin el-Yezdî’nin (ö. 1606) şerhi (5 haşiye) ile Ubeydullah el-Habîsî’nin (ö. 1640) (4 haşiye) şerhi şöhret bulmuştur.

*Urmevî’nin Metâlî üzerine kendi şerhi olsa da en çok yaygın olan Kutbuddin Râzî’nin şerhidir. Yine Kutbuddin Râzî’nin şerhi üzerine Hacı Paşa Aydınî’nin (ö. 1423) de bir haşiye çalışması olsa da en yaygın olanı Seyyid Şerif tarafından yapılan haşiyedir; bu haşiye üzerine 15 haşiye çalışması bulunmaktadır.

*Hikmet’l-‘ayn hakkında şerh-haşiye tarzında 19 çalışma vardır; bunlardan 16 tanesi Mübarekşah şerhine dairdir. 

 

 

 

MOLLA FENÂRİ VE HÜSÂMEDDİN KÂTÎ - ŞERH-İ İSAGÛCİ

 

MOLLA FENÂRÎ (751-834/1350-1431)



Asıl adı Şemseddin Muhammed b. Hamza olan Molla Fenârî, ilk öğrenimini babasının yanında tamamladıktan sonra İznik’te Alaeddin Ali Esved'in derslerine devam etti. Ardından Amasya'da Cemaleddin Aksarâyî'nin (ö. 1389) öğrencisi oldu ve 1376 yılında kendisinden icazet aldı. Seyyid Şerif Cürcanî (ö. 1413) ile birlikte gittiği Kahire’de başta Ekmeleddin el-Babertî (ö. 1384) ve Mirek Mübarekşah el-Buhârî (ö. 1382) olmak üzere çeşitli âlimlerden şer’î ve aklî ilimleri tahsil eden Molla Fenârî, sonrasında Bursa’ya döndü.

Yıldırım Bayezid tarafından Manastır Medresesi müderrisliği ve bunun yanı sıra 1393’de Bursa kadılığı ile görevlendirilen Molla Fenârî, bu vazifesini on yıl kadar sürdürdü. On yıldan fazla bir müddet Karaman’da ders verdikten sonra Çelebi Sultan Mehmed devrinde, 1415 yılında ikinci defa Bursa kadılığına getirildi. ll. Murad tarafından 1425’da müftülük vazifesine tayin edildi. Bu unvanı taşıyan kimsenin diğer ulemaya nisbeten önemli bir mevki işgal ettiği bilinmekte; dolayısıyla payitahtın müftülük makamı olmasına binaen bazı kaynaklarda Molla Fenarî, Osmanlı’nın ilk Şeyhülislamı olarak anılmaktadır. Molla Fenârî, 15 Mart 1431 (1 Receb 834) yılında Bursa’da vefat etti.

Molla Fenârî’nin öğrencileri arasında oğlu Mehmed Şah Fenarî (ö. 1435), Şehabeddin İbn Arabşah (ö. 1450), Kadızâde Rûmî (ö. 1440), Kutbüddinzade İznikî (ö. 1480), Kafiyeci (ö. 1474), Emir Sultan (ö. 1429), Molla Yegan (ö. 1461) ve İbn Hacer el-Askalanî (ö. 1449) gibi âlimler bulunmaktadır.

Molla Fenarî, Osmanlı Devleti’nde tasavvufa ilgi duyan ilmiye mensuplarının önde gelenlerindendir. Onun tasavvufi düşüncelerinin şekillenmesinde Muhyiddin İbnü'I-Arabî’nin (ö. 1240) tesiri vardır. İbnü’I-Arabî’ye nisbet edilen Ekberiyye mektebinin görüşlerini Anadolu’da temsil eden âlimler arasında yer alan Molla Fenârî, babasından Sadreddin Konevi’nin (ö. 1274) Miftâhu’l-gayb’ını okumuş, daha sonra bu eseri Misbâhü’l-üns adıyla şerh etmiş; ayrıca hem Miftâhu’l-gayb’ı hem de İbnü'I-Arabî'nin Fusûsu’l-hikem’ini okutmuştur.

Molla Fenârî’nin ilmi kişiliği, Anadolu’da filizlenmeye başlayan ve giderek Osmanlı ilim zihniyetinin temelini oluşturacak olan medrese-tekke bütünlüğünü kendinde temsil etmiş ve mutasavvıf- âlim tipinin Davud-i Kayseri’den (ö. 1350) hemen sonraki örneklerinden birini ortaya koymuş olması bakımından önem arz etmektedir. Fenari’nin ilmî projesinde mantık, din ilimleri metodolojisi ve tasavvuf metafiziği birbiriyle çelişmeden ilişki içine sokulmuştur. Usul ilmi mantıkla bütünleştiği gibi tasavvuf da şer’î ilimlerle tam bir uzlaşma halindedir. 

Taşköprîzâde, Fenarî'nin vefat ettiğinde 10.000 ciltlik bir kütüphane bıraktığına dair bir rivayet kaydeder. Molla Fenarî, Kudüs'te bir medrese ile Bursa'da üç mescid ve bir medrese yaptırmış, Osmanlı Devleti'nde ilmiye sınıfına tanınan imtiyazlar ilk defa ll. Murad tarafından Molla Fenârî ailesine verilmiş, daha sonra bütün ilmiye ailelerine teşmil edilmiştir.

(KaynakDiyanet İslam Ansiklopedisi. İbrahim Hakkı Aydın, “MOLLA FENÂRΔ, DİA, c. 30, s. 245-247; Tahsin Görgün, “MOLLA FENÂRΔ, DİA, c. 30, s. 247-248, 2005.)

 

HÜSÂMEDDİN KÂTΠ(ö. 1359)



Yaklaşık 1290 yılında doğan Hüsâmeddin Hasan el-Kâtî hakkında kaynaklarda çok az bilgi vardır; tüm şöhreti, en meşhur mantık eseri olan Ebherî’nin Îsâgûcî’si üzerine bilinen ilk ve en meşhur şerhin müellifi olmasına dayanmaktadır. Hüsâmeddin Kâtî’nin bu şerhine dair tespit edilebilen on beş adet müstakil çalışma mevcuttur; bunlar içerisinden yine en meşhuru, Muhyiddin Muhammed b. Musa et-Tâlîşî’ye (ö. 1480) ait olan haşiyedir. Bu şerhe, Muhammed b. Muhammed el-Berdâî’nin (ö. 1521) yapmış olduğu haşiyenin de pek çok yazması bulunmaktadır. İslam dünyası mantık eğitiminde genellikle Muhyiddin Tâlîşî’nin haşiyesiyle birlikte okutulan bu şerh ve müellifi, çokça okunmaktan olsa gerek kısaca ‘Hüsâm’ veya ‘Hasmekâtî’ olarak da anılmaktadır. 

Îsâgûcî’nin ilk şerhi olması hasebiyle sonrasındaki hemen hemen tüm şerh ve haşiyelerde Hüsâm Kâtî’nin şerhi bir şekilde etkili olmuştur. Şerhe sistematik ve kuşatıcı bir haşiye yazmış olan Muhyiddin Tâlîşî’nin, Îsâgûcî’nin Molla Fenârî’ye (ö. 1431) ait el-Fevâidu’l-Fenâriyye isimli yine meşhur diğer şerhindeki eleştiri ve yorumları da dikkate aldığı anlaşılmaktadır. 

 


Mantık programımızın ikinci senesinde ise İbn Sînâ Şifâ külliyatından Beş Sanat ismiyle anılan Burhan, Cedel, Safsata, Hatabe ve Şiir eserleri okunacaktır.



BEŞ SANAT

Kadim Hikmet Akademisinin 2. Sınıfında ‘Beş Sanat’ İbn Sînâ’nın eserleri üzerinden okutulmaktadır. İlk yıl müfredatı kıyas incelemesiyle sona erdikten sonra İbn Sînâ’nın meşhur eseri Şifa’nın ‘Burhan’ kitabıyla birlikte beş sanat okumalarına başlanmakta; formel incelemenin ardından içerikli mantık çalışmalarına geçilmektedir.

“Klasik mantıkta ‘beş sanat’ (sınâât-ı hams) burhan, cedel, hitabet, şiir ve safsatanın tümüne birden verilen isimdir.

Beş sanatın da temeli, Aristoteles’in Organon adlı mantık külliyatının son beş bölümünü teşkil eden II. Analitikler, Topikler, Sofistik Çürütmeler, Retorik ve Poetika adlı eserlerine dayanmaktadır. Ancak beş sanat, İslâm mantıkçıları tarafından kıyasın uygulama yeri olarak gösterilir. Beş sanatın bilgi değeri bakımından en güçlüden en zayıfa doğru sıralanışı, öncüllerinin bilgi değerine göredir. Buna göre burhan, cedel, hitabet, şiir ve muğâlatadan/safsatadan oluşan kıyaslara beş sanat adı verilir.

Beş sanatı bilmenin onlardan faydalanmak için yetmeyeceği açıktır. Bu beş delili kurallarına uyarak kullanabilmek yetenek gerektirdiği için bunlara sanat da denilmiştir. Mütekaddimînden olan mantıkçılar hâriç tutulacak olursa sonraki mantıkçıların, mantık kitaplarında, beş sanata fazla yer vermedikleri, çoğunlukla bunların tanımlarını vermekle yetindikleri görülür.

Bir şeyi bildirme, bir iddiayı ileri sürme ve onu kanıtlamaya çalışma, kısacası, içerik değeri sağlam veya zayıf olsun beş sanatın her biri bilgi vasıtası olarak kabul edilir. Klasik mantıkçılara göre bu sanatların tamamında akıl, kıyasa başvurmaktadır. Dolayısıyla bu sanatlar arasındaki fark, kıyasları meydana getiren öncüllerin, tasdik türünün içerik veya bilgi değerinin farklı oluşundan ileri gelmektedir. Her bir sanatın tanımını yapabilmek için bu sanatlarda kullanılan önerme çeşitlerini incelemek gerekmektedir.

İslâm mantıkçıları kıyasta kullanılan önermeleri, içerdikleri bilgilerin doğruluk değerine göre yedi sınıfa ayırmıştır. Bunlar yakîniyyât, meşhûrât, müsellemât, makbûlât, zanniyyât, muhayyelât ve vehmiyyâttır.

1. BURHAN: Bilgi değeri açısından en kuvvetli olan yakîniyyât türü önermelerle kurulan en sağlam kıyas türüdür. Asla şekke, şüpheye ve tereddüde mahal bırakmayacak derecede açık, doğruluğu kesin olarak bilinen ve gerçeğe uygun olan yakîniyyât ise evveliyyât, fıtriyyât, müşâhedât, hadsiyyât, mücerrebât ve mütevâtirât olmak üzere altı önerme çeşidinden oluşur.

Burhandan güdülen amaç, kesin bilgi elde etmektir. Mantığın dokuz bölümü içerisinde bu beşinci bölüm yani burhan, şeref ve mevki itibariyle en üstün olanıdır. Burhanın dışındaki son dört bölüm, yani Cedel, Hitabe, Şiir ve Muğâlata ise Burhana alet hizmetini görürler. Bundan dolayı o, diğer sanatların en önemlisidir.

2. CEDEL: Bir mantık terimi olarak cedel, bir görüşü savunma veya çürütme ile ilgili (meşhur yahut müsellem olan öncüllerle) delil getirme tekniklerini konu edinen bir ilimdir, sanattır. İslâm mantıkçıları cedelin amacını, “burhanı idrakten aciz olanı ikna etme ve susturma” şeklinde ifade etmişlerdir. O, sağlam bilgi sunmaktan ziyade, karşı tarafı yenik duruma düşürmeyi amaçlar. Böylece cedel, daha çok tartışma makamında kabul görür.

3. HİTABET: Makbûlât ve maznûnât türünden önermelerle kurulan kıyastır. Bu sanatta üç önemli unsur bulunmaktadır: Hatip, muhatap ve hitap. Hitabetin amacı, insanları faydalarına olan şeylere yöneltmek, o konuda rağbetlerini artırmak, ikna etmek, zararlarına olan şeylerden onları uzaklaştırmak veya sakındırmaktır.

4. ŞİİR: “Muhayyelât türü öncüllerden kurulmuş kıyastır.” şeklinde tanımlanır. Muhayyelât türü öncüller de “Doğru olmasalar bile sırf nefse şevk vererek onu bir şeye yönlendirmek veya onda nefret uyandırarak söz konusu şeyden alıkoymak için hayal gücüne dayalı olarak verilen hükümlerdir.” şeklinde tarif edilir. Şiirin amacı, bir şeyi nefse hoş ya da kötü göstermek sûretiyle etki etmektir.

5. MUĞALATA: “Doğruya benzeyen yanlış öncüllerden veya meşhurattan olan yanlış öncüllerden yahut da yanlış olan vehmî öncüllerden kurulan kıyastır.” Tanımda geçen, doğruya benzeyen öncüller gerçekte doğru değilse bunlarla kurulan kıyasa safsata; gerçekte meşhur olmadıkları hâlde meşhura benzeyen öncüllerden kurulan kıyasa da müşâğabe denir. Yani safsata ve müşâğabe birer mugâlata çeşididir.

Vehmiyyât, vehim ile verilen hükümlerdir. Bu tür hükümler, gerçekte olmayan şeyi varmış gibi kabul etmeyi içerir. Mantıkçılar; muhatabı aldatmak, haksız bir biçimde ona karşı üstün gelmek, dil yanlışlarıyla veya başka yollarla onu yanıltmak ve şaşırtmak gibi gayelerle kurulan mugâlataya, bu tür yanıltmacaların tuzağına düşmemek için eserlerinde yer vermişler ve onu en değersiz kıyas olarak tanıtmışlardır. Bu tür sahte delillerle bir şey ispat edilemez. Bunları bilmenin en büyük yararı, kuruluş amaçlarını ve şekillerini bilerek onlardan korunmaktır.”

(Kaynak: İbrahim Emiroğlu ve Hülya Altunyağ “Beş Sanat”, Örnekleriyle Mantık Sözlüğü, Litera Yayıncılık, İstanbul 2019, s. 43-45.)



Başvurmak isteyen adaylarımıza örnek teşkil etmesi için derslerimizden birisini burada paylaşıyoruz.